1-Ehl-i Tasavvuf mabeyninde
2-Bediüzzaman'a göre
Zikredilen gayelerle müracaat edilen râbıta-i mevt özellikle tasavvuf ehli tarafından şu şekilde yapılmaktadır: "Mürşide yaptığı râbıtayı bitirdikten sonra mürid şöyle düşünür: Sanki bana ağır bir hastalık çöktü, duyan geldi, eve insan yığıldı. Kimi bana okuyor, kimi ilâç yapıyor, kimi de ağlıyor. Ben ise can çekişiyorum, birden canım çıktı. Cenaze yıkayanlar gelip beni soydular, yıkadılar, kefene sardılar, tabuta koydular musallaya getirip cenaze namazımı kıldılar ve beni kabre koydular. Ben ise kabirde yalnızım ve kendi kendine soruyorum: 'Ben neredeyim?' Yine kendim cevap veriyorum: 'Mezardayım.' Mezarda olan ise dünyaya dönemez..."
Mevlana Halid-i Bağdadi (Kuddise Sirruh) Risale-i Halidiyye isimli eserinde şöyle anlatır.
” (Mürid) gözünü kapatır,Ölüm rabıtası yapar.Şöyle ki ; kendisini ölmüş (bütün aile fertlerinin ve dostlarının ardından ağladığını hayal de eder.),teneşir tahtası üzerine konmuş,elbiseleri çıkarılmış,yıkanmış ve kefenlenmiş olarak kabul eder ve bu şekilde düşünür.Nitekim bu şekilde düşünüp de ölü yıkayıcısının elini vucudunda kefeni de omuzlarının üzerinde hisseden müridler vardır.Yine mürid,omuzlarda taşındığını,kabre defnedildiğini,insanların ve yakınlarının kendisinden ayrıldığını hayal eder.Kabirde tek başına,korku içerisinde,bütün malından,ailesinden,amellerinden,dünyanın çekiciliğinden ve genişliğinden ümidini keser.Rabbinden,Mevlasından başka hiç kimsenin kendisine fayda veremeyeceğini ve onun huzurunda zelil,aciz,günahkar ve mahçup olarak durduğunu düşünür.”
Mürid vaktin müsait olmasına göre üç-beş dakika bu şekilde ölüm rabıtası yapar.
Görüldüğü gibi tasavvuf ehli râbıta-i mevt sırasında kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül etmiş; yıkanıyor ve kabre konuyor olduklarını farz etmiş; düşüne düşüne, nefs-i emmârenin o tahayyül ve tasavvurdan etkileneceğine ve uzun emellerinden bir derece vazgeçeceğine inanmış ve râbıta-i mevti bu şekliyle uygulamışlardır. Bu uygulamada, âkıbeti düşünmek suretiyle hayalen gelecek zamanı hâle taşımak ve istikbalde vuku bulacak hâdiselerin o ânda cereyan ettiğini farz etmek esastır. Bununla ölüm düşüncesine yoğunlaşmak ve bu sayede nefsi öleceğine ikna etmek; bunu sık sık tekrar ederek onu ölüm fikrine iyice alıştırıp tûl-i emelin önünü almak hedeflenmektedir.
Bediüzzaman'a göre râbıta-i mevt
Üstad Bediüzzaman da eserlerinde râbıta-i mevte geniş yer vermekte, hayatının dönüm noktalarında müessir olduğunu ifade etmekte ve kısaca "ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmak"6 şeklinde tarif etmektedir.
Bilindiği gibi Üstad'ın nazarında ihlâs en önemli meselelerden birisidir. Kaleme aldığı İhlâs Risalesi'nin her on beş günde bir okunmasını tavsiye etmektedir.7 O, ihlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebinin râbıta-i mevt olduğunu ise şu sözleriyle açıklamaktadır: "İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, râbıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden, tûl-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yani ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır."8
Üstad'ın hayatında en önemli dönüm noktalarından birisi onun ifadesiyle Eski Said'in Yeni Said'e inkılâp etmesidir. Bu inkılâbın râbıta-i mevt vesilesiyle olduğunu şöyle ifade etmektedir: "Ehl-i tarîkatın ve bilhassa Nakşîlerin dört esasından biri ve en müessiri olan râbıta-i mevt Eski Said'i Yeni Said'e çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said'e yoldaş olmuş. Başta İhtiyarlar Risalesi olarak, risalelerde o râbıta keşfiyatı göstere göstere tâ ehl-i iman hakkında mevtin nuranî ve hayattar ve güzel hakikatini görüp göstermiş."9
Üstad başta Haşir Risalesi ve İhtiyarlar Risalesi olmak üzere eserlerinde râbıta-i mevti ve ölümün ehl-i iman hakkındaki nuranî, hayattar ve güzel hakikatini nazara vermiştir. Ayrıca, "Kırk senelik ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim"10 diyerek başladığı Katre Risalesi'nde şerh ettiği kelâmlardan biri de "el-mevtü hakkun, ölüm haktır" ifadesi olmuştur.
Râbıta-i mevti kendine yoldaş ettiğini söyleyen Bediüzzaman'a göre bu râbıta, farazî ve hayalî bir surette, âkıbeti düşünerek geleceği şimdiki zamana taşıma şeklinde yapılmamalı; belki ölüm hakikati iyi kavranarak içinde bulunulan andan fikren gelecek zamana yürümek suretinde olmalıdır. Onun râbıta-i mevt anlayışında, "hakikat noktasında zaman-ı hâzırdan istikbale fikren gitmek" esastır. Bu konuda o şöyle der: "Ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur'ân-ı Hakîm'in كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ٭ اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ gibi âyetlerinden aldığı dersle, râbıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o râbıta ile izâle etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu râbıtanın fevaidi pek çoktur. Hadîste اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَاذِمِ اللَّذَّاتِ -ev kemâ kâl- yani "Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" diye bu râbıtayı ders veriyor. Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu râbıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmağa mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Âkıbeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hâzıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hâzırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşâhede eder, ihlâs-ı etemme yol açar."11
Üstad'a göre, dikkatli bir göz ve hüşyâr bir kalb her ân etrafında gördüğü değişik varlıkların ölümünden yola çıkarak bütün varlıkların ölümünü âdeta yaşıyor gibi hissedebilir. Aslında "Her nefis ölümü tadacaktır." (Ankebût, 29/57) şeklinde tercüme edilen âyette 'tatma' kelimesi ism-i fâildir ve süreklilik belirtmektedir. Dolayısıyla doğru tercüme "Her nefis her ân ölümü tatmaktadır" şeklinde olmalıdır. Biz her ân ölüp dirilmekteyiz. Zîrâ bizler, Cenâb-ı Hakk'ın tecellilerinin akislerinden ibaretiz. Bu tecelliler o kadar hızlı bir şekilde ve peşi peşine gelmektedir ki, biz, kendi varlığımızı aralıksız ve devamlı kabul ederiz. Bu aynen sinema şeridindeki karelerin çok hızlı dönüşüyle, oradaki nesnelerin hareketli görünmesi gibidir. Aslında biz, her ân -ki ân kelimesiyle zamanın en küçük parçası neyse onu kastediyoruz- var olup yine yok olmaktayız. Durum böyle olunca da hayalen geleceğe gitmeye ihtiyaç kalmamaktadır.
Üstad, "çok samimi bir kalbin en içli sesi ve hasbî bir gönlün muhasebe terennümü" olarak ifade ettiği 12. Nota'da da bu anlayışına dâir ipuçları vermektedir. Aslında, ölüm, dilini susturduğunda, diline bedel kitabıyla niyaz etmeyi dileyerek ve kabulünü rahmet-i ilâhiyeden recâ ederek bir yakarış şeklinde yazdığı o bölümde, râbıta-i mevt adına bir üslûp da göstermektedir. O ölümü, fikren geleceğe giderek tadar ve bunu "Kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı hâliyle, ruhumun lisan-ı kâliyle bağırarak derim: El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!"12 sözleriyle ifade etmektedir. Çünkü o, "küllü âtin karîb- her gelecek yakındır" sırrıyla ölümün geleceğini kendi varlığı kadar gerçek ve yakın olarak görmekte, içinde bulunduğu zamandan sıyrılıp fikren istikbalde yaşayarak kendi ölümünü müşâhede etmektedir. O, ölümü hayal ve farz etmeye ihtiyaç duymayacak kadar kat'i ve yakın bilmekte ve bunu "kat'î bir yakîn ile anladım ki, bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya hâliktir (helâk olmaya mahkûmdur) gider ve fânidir, ölür. Ve bilmüşâhede, içindeki mevcudât dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur"13 şeklinde seslendirerek râbıta-i mevti bir yakîn (sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan itikat) meselesi olarak yorumlamaktadır.14
Etkili olması için
Hemen her zaman, bir şeyden istenen neticenin alınması onu destekleyen diğer bazı hususların yerine getirilmesine bağlıdır. Yani birden fazla sebebin bir araya gelmesiyle ancak bir netice hâsıl olur. İşte râbıta-i mevtten hedeflenen neticeye varabilmek için de, müeyyidâtın diğer unsurları başta olmak üzere, farklı hususlarla desteklenmesi gerekir. Bunların başında sağlam iman gelmektedir. Bundan dolayı Üstad, İhlâs Risalesi'nde, râbıta-i mevtten hemen sonra iman-ı tahkikiyi ve marifet-i Sâni'i nazara vermektedir. Yani, ancak diğer iman esaslarıyla takviye edilmiş bir râbıta-i mevt ve ahiret düşüncesi sayesinde dünyevî arzuların önünü kesmek mümkün olabilir.15
el-Muhâsibî, râbıta-i mevtin etkili olması için iki hususa dikkat çekmektedir:
1. Ölümün aniden geldiği unutulmamalı. Evet, ölüm genç-yaşlı, hasta-sağlıklı, fakir-zengin, mü'min-kâfir, kış-yaz, gece-gündüz... ayırımı yapmaksızın ve haber vermeden âniden gelir. Öyle ise akıllı olan ondan gafil olamaz.
2. Daha önce ölenlerden ibret alınmalıdır. Kişi kendinden önce vefat eden yakınlarını, dostlarını ve çevresinde yaşayan insanların ölümlerini hatırlamalı ve nasıl bir sonla karşılaştıklarını düşünmelidir. Onların toprak altına nasıl serildiklerini, dünyadaki mevki ve saltanatlarını, hanımlarının nasıl dul, çocuklarının öksüz, meclis ve mescitlerinin nasıl bomboş kaldığını ve izlerinin silindiğini düşünüp karşılaştırmakla ibret almalı ve kendisinin de onlardan birisi olduğunu unutmamalıdır. Onlar öldü, o da ölecektir. İşte o zaman Allah'ın izniyle dünyaya olan bağlılığı azalır, ecelini gözetler, tevbe ile Rabb'ine kavuşmaya hazırlanır.16
Yazımızın girişinde kısaca temas ettiğimiz müey-yidâtın ilk kısmı olan emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i anı'l-münkerle birlikte, her çeşidi ve en geniş mânâsıyla zikrin hayatta ağırlıklı bir şekilde yer alması râbıta-i mevtin etkili olmasının olmazsa olmazlarındadır. Hadîs külliyatının rekâik bahislerinde dile getirilen diğer hususların da öğrenilmesi ve tatbik etmek için gayret gösterilmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Bu arada Efendimiz'in (sas) emir buyurduğu kabirlerin ziyaretine, günümüzde hastanelerin ziyareti de eklenerek, râbıta-i mevtten umulan neticeyi elde etmeye daha fazla yardımcı olunabilir.