10 Haziran 2016 Cuma
ÖLÜM BİZİM NEVRUZ GÜNÜMÜZDÜR, BAHARIMIZIN BAŞLANGICIDIR
Risale-i Nur'da aslolanın hayat olmayıp ölümle başlayan yeni hayat olduğu hakikatini vurgulanırr. Ölümün; kendisinden ürkülecek, korkulacak ve kabus haline getirilecek bir şey olmaktan ziyade özetle yeni bir yolculuk, eski dost ve ahbablarına kavuşma vesîlesi, dünya sıkıntılarından azâd olma, geçici dünya hayatından kalıcı aslî vatana dönüş ve imtihan karşılığı alacağı ücret mahalli gibi cihetlerini ön plana çıkartarak onu muhatabına adeta sevdirmeye çalışır. Hatta diyebilirim ki Risale-i Nurlarda ölüm hakkında söylenenler okunduğunda insan neredeyse ölmeyi arzu eder. Tabir caiz görülürse ölüm ile hayatın arasındaki zıt gibi algılanan makası kapatmaya çalışır. Bunun ancak sağlam bir imanla olacağı da hepimizin malumudur. Daha da ötesinde asıl olanın ölüme hazırlık olduğu ve onun için çalışılması gerektiği mesajını işler.
Dikkatli nazarla bakılacak olursa yeryüzünde meydana gelen ölümler yeni hayatların husûle gelmesine vesile olmaktadır. Örneğin kışın gelmesiyle yapraklarını döken, boynunu büken ağaçlar, baharın gelmesiyle daha taze yapraklarıyla yeni hayatlara doğar. Toprağa atılan bir tohumun şeklen çürümesi aslında yeni sünbüllere başlangıç olması için elzemdir. Meyve ve nebatatın tüketilmesi ile meydana gelen ölümleri yeni vücutlara sebep teşkil eder. Bediüzzaman bu mevzuyla alakalı olarak der ki: "Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat’î, şeksiz, şübhesiz bir surette, Kur’an-ı Hakîm’in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir. Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir. Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.
"En basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.
Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe olduğundan, o mevt onların hayatından daha muntazam ve mahlûk denilir. İşte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir."7
Risale-i Nurlar, imani mevzuları ele alan ve bu konuda tahşidat yapan eserler olarak bu yönüyle, ölüm hadisesini vahdaniyete delil olarak da işler. Bu mevzuda "Mevt, hayat kadar bir burhan-ı rububiyettir. Gayet kuvvetli bir hüccet-i vahdâniyettir" denir; ve delil olarak da başka yerde bir ırmağın üzerindeki şeffaf su kabarcıklarını örnek verir. Şeffaf kabarcıklar, gökyüzündeki güneşin varlığına delildir. Bu kabarcıkların belirli bir süre devam edip sönmeleri de güneşin devamını ve birliğini gösterir. Zira, güneşin varlığı devam etmemiş olsaydı arkadan gelen kabarcıklara ışık veremiyecekti. Bunun yanısıra o kabarcıklarda görünen ışığın aynı olması ve aynı kanunla sönüyor olmaları da güneşin bir olduğunu gösterir.
Mevzuyla alakalı Bediüzzaman’ın sözleri şunlardır: Tecellî-i Cemâliyeyi gösteren hayat, nasıl bir bürhan-ı Ehadiyettir, belki bir çeşit tecellî-i vahdettir; tecellî-i Celâli izhâr eden memat dahi bir bürhan-ı Vâhidiyettir. Evet, meselâ, nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmî şeffâfâtı, güneşin aksini ve ışığını göstermek sûretiyle, güneşe şehâdet ettikleri gibi; o katarâtın ve şeffâfâtın gurûbuyla gitmeleriyle beraber, arkalarından yeni gelen katarât tâifelerine ve şeffâfât kabîleleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellîsi ve noksansız istimrârı, katiyen şehâdet eder ki, sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misâlî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar bir bâkî, dâimî, âlî, tecellîsi zevâlsiz bir tek güneşin cilveleridir. Demek o parlayan katarâtlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi, gurûblarıyla, zevâlleriyle, güneşin bekâsını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.”8
III. Ölüm Son mudur?
Ölmek bir duraktan başka bir durağa intikal etmek, bir hâlden bir başka hâle geçmek demektir. Fâni âlemden bâki âlemin kapısının tokmağını vurmak demek olan berzah âlemine geçiş, huzura girmeden bekleme salonundaki bekleyiştir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle "vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir.’9 Dolayısıyla ölüm bir başlangıçtır. Hatta buradan hareketle gerçek hayatın ölümle başladığını söyleyebiliriz.
Etiketler:
Allah,
anmak,
cenaze,
hayat,
kış,
mahlukat,
mevt,
nevruz bayram,
öldürüldü kabir,
ölüm,
rabıta,
vefat
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder